Bu aralar yeni hayatıma ve bu hayatla birlikte giderek artan özgürlük duygusuna alışmaya çalışıyorum. 8 yıllık kurumsal hayattan sonra günümün akışına, hayatımın akışına, tatillerime çokça kendim karar vermek; rutinsizliğin içinde yeni bir rutin oluşturmak çok değişik hissettiriyor. Kurumsallığın ağırlığını yavaş yavaş atıyorum üzerimden. Bazen tabii ki bocalıyorum bu kadar büyük özgürlüğü nereme koyacağımı bulamıyorum, bazen de çok hoşuma gidiyor kontrolün bende olması.
Yeni hayatımda, daha önce hafta içi çalıştığım için bir türlü sıra gelmeyen işlere vakit bulup, iş çıkışı saatindeki yoğunluklara denk getirmeden çekimler arasında işlerimi halledebiliyorum. Evimle ilgilenebiliyorum. Meğer vakit ne çokmuş. Şimdilerde günler sıcak, uzun, yeni ve ben kendi ellerimle kurduğum yeni dünyanın öğrenen lideri olmaya alışmaya çalışıyorum. Yıllardır parçam olan alışkanlıklarım ve huylarımda da değişimler olduğunu gözlemliyorum. Farketmesi en garip olansa sıkılmanın, beklemenin ve plaza daralmasının yıllar içinde içime ne derece işlemiş olduğu. Onların yerine ferahlık ve rahatlık duygusunu koymak ayrı bir mesai gerektiriyor.
Uzun yıllardır baskılanmaya alışmış sağ beynim, problem çözmeyi ve kaosu seven sol beynime basbaya kafa tutuyor. ‘Bizim büyük şehirlerde, büyük kaoslarda debelenmeye, en iyi olmak için yarışmaya ihtiyacımız yok; yaratıcı ve sakin enerjinin getirdiği özgürlükle gelen başarıların peşine takılmak bizim için daha güvenli ve huzurlu’ diyor sağ beyin, sol beyin şaşırıyor sağ beynin bu özgüvenine. Sağ beyin istiyor ki fotoğraf çeksin, okusun, yazsın, çizsin, hayal kursun, sol beyinse şaşkınlıkla izliyor bütün bunları. Neyse ki; durum ve koşullar sağ beynin lehine gibi duruyor.
Sana da ihtiyacımız var ama sen şimdilik biraz dinlen sevgili sol beyin!
Share On