Vedalar beni hep hüzünlendirmiştir. Çocukluğumda yaz tatili dönüşlerinde o küçücük halimle en az 1 ay acı çekerdim, sanki hayatım bir daha hiç o kadar güzel olmayacakmış gibi naif ruh halleriyle kendime gelemezdim. Ta ki okullar açılana ve arkadaşlarımla birbirimize tekrar alışana kadar. O zamanlar her tatilden sonra en baştan tekrar alışırdık birbirimize.
Yetişkin hayatta da biraz böyle oluyor. Kararlılık olsa da, bazen o yazlıktan dönüş duygusu gelip yerleşiveriyor. Yazlıkta o arabada giderken son bir kez geriye bakma hissindeki hüzün, başka kararlarda da çıkıyor karşıma. Düşünüyorum da şimdiye kadar önemli veda kararlarımı önce bolca düşünmenin, debelenmenin ve kendimce bahanelerime tutunmanın arkasından bir anda gelen ve çevremdekilerin bazen çok içgüdüsel bulduğu “kesinlikle artık zamanı geldi” hissiyle verdim, sonrasında hiç de pişman olmadım.
Bu Temmuz benim için çok önemli çünkü ben hayatım için çok önemli bir karar verdim. Uzun zamandır üzerine çalıştığım fotoğrafçılıkta, daha odaklı ve net yürümek istediğim için karşımda avaz avaz bağıran yol ayrımında, eskiye “veda” etmeyi seçtim. Bazen sizi geri tutan tüm düşüncelerinize, tedirginliğinize ve tüm çekiciliğiyle el sallayan konfor alanınıza rağmen dimdik durmanız gerekiyor. Osho’nun en sevdiğim sözünde olduğu gibi “Cesaret korkusuzluk demek değildir. Eğer bir insan korkusuzca, ona cesur diyemezsin. Bir makineye cesur diyemezsin, o korkusuzdur. Cesaret sadece korku okyanusu içinde varolabilir. Cesaret, korku okyanusu içinde bir adadır. Korku vardır ama bu korkuya rağmen insan o riski göze alır; işte cesaret budur. İnsan titrer, insan karanlığa girmekten korkar ama yine de girer. İnsan, kendine rağmen adım atar; cesur olmanın anlamı budur. Bu, korkusuzluk demek değildir. Korku dolu olmak ama onun altında ezilmemek demektir.”
Ne olursa olsun, en iyimde olmayı, kendime borçluyum.
Share On