Dün bir arkadaşımın 5 yaşındaki kızı, yaz boyunca süren çekingenliğini yeni yeni atmış, diğer çocuklarla davetsizce
oynayabilmeye son günlerde başlamış; koşarken hayatının ilk düşüşünü yaşadı, ilk defa bir yeri kanadı. Küçük kız panikledi, korktu, o telaş içerisinde en çok tekrar ettiği “Çok acıyor anne, geçecek değil mi? Benim yaram Ayşe’nin yarasından daha küçük değil mi?” sorularıydı. Çok takıldı aklıma, sonradan farkettim ki bizler de acılarımızı hayatında ilk defa düşen bir çocuğun “Yaram geçecek mi?” bilinmezliğinde yaşıyoruz her seferinde. Eski acılarla, eski acılar yoksa da başkalarının acılarıyla kıyaslayarak içimizi rahatlatıyoruz. Geçeceğini bilsek de tekrar tekrar duymak istiyoruz başkalarından, çünkü acı kendi içerisinde bitmeyecek gibi duran bir negatif duyguyu taşıyor, ya da biz hep öyle öğrenmişiz. Yetişkinlerin dünyasında, acının dostumuz olabileceğini hiç öğretmemişler.
Birkaç saat sonra yaralarıyla gurur duymaya, her sorana neşeyle göstermeye başladı bacağındaki yaraları. Artık sızlamıyordu. Tedbirliydi ama olanları kabullenmişti. Akşama doğru tekrar oynamaya başladığında, bir kez daha düştü küçük kız. Bu sefer kendi dalgınlığıyla değil, başka bir çocuğun çarpmasıyla düştü. O yine korktu, yine ağladı. Ama bu sefer o kadar uzun sürmedi. Bir süre sonra şokunun ve acısının geçeceğini öğrenmişti.
Dün bir çocuk çok basitçe yaralarıyla gurur duymayı öğrendi gözümün önünde. Yaralarını sahiplendikçe ve içten içe geçeceğini bildikçe, nasıl da tekrar kahkaha atabildiğini gördü. O tatlı gülümseyişin fotoğrafını çekebilmiş olmak isterdim.
Share On